Türkiye’de kadınların siyasette seçme ve seçilme hakkına baktığımızda tarihler bizi 1934 yılına götürür. Yani Türkiye’de kadınların “Seçme ve Seçilme Hakkı” dediğimiz Anayasal Hakkın resmiyette ve kâğıt üzerinde seksen yıllık geçmişi var.
Peki, gerçek durum bu olmasına rağmen, kadınlar gerçekten seçebilmişler midir, seçilebilmişler midir? Maalesef bu soruların cevabı koca bir Hayır’dır. Evet, belki seçebilmişlerdir, ama kendi iradelerinin dışında bir seçim ve kendilerinin seçilmişler arasında olmadığı bir seçim.
Bu durum kadının seçimlere katıldığı halde seçilmişler arasında olamama hâli adına cumhuriyet denen doksan yıllık sistemin aslında kara bir yarasıdır.
Üstelik bunun sistem partileri üzerinden okuması yapıldığında hemen hiçbirinin bir diğerinden bu anlamda farkı da yoktur. Mesela laiklik ve kadın hakları üzerinden ısrarcı söz söyleme durumu olduğu dillendirilen CHP’de bile bu durum üç aşağı beş yukarı böyledir.
Bu hâlin kırılma noktası 1980’li yıllarla birlikte Kürt Özgürlük Mücadelesinin Türkiye ve Kürdistan’da Kadın üzerinden yeni bir alan açması ile mümkün olmuştur. İşte yürütülen bu kırk yıllık mücadele içinde öncesinde adeta “eve ve çocuk bakmaya” hapsedilen kadın, Kürt Siyasi Mücadelesi sayesinde mücadelenin başat aktörü haline dönüşmüş / dönüştürülmüştür.
Sokaklarda, mahalle meclislerinde, parti ilçe ve il örgütlerinde, belediye meclislerinde, belediye eş başkanlıklarında ve parlamentoda erkeklerle eşit sayıda temsiliyetin öncü gücü ve hak savunucusu oldu kadınlar, mücadeleleri sayesinde.
Bu direnerek ve mücadele ederek hak sahibi olmanın varlık sebebi elbette Kürt Siyasal Mücadelesi sayesindedir. Bu mücadele ve kazanım aynı zamanda Türkiye’de şimdiye kadar farkında olunmayan bir alternatif demokrasi mücadelesinin de örneğidir.
Peki, sorulabilir o halde! Bütün bunlara rağmen Türkiye’de kadınlar temsiliyette arzulanan noktada mıdırlar? Tabii ki hayır! Dünya Ekonomik Forumunun geçtiğimiz yıllardaki araştırmasına göre 142 ülke arasında Türkiye 125. sıradadır. Ayrıca yine parlamentodaki kadın sayısı bakımından yine 142 ülke arasında Türkiye 98. sıradadır. Üstelik bu sıralama yüzde on seçim barajına rağmen Halkların Demokratik Partisi’nin parlamentodaki aritmetiği kadın lehine arttırması sayesinde birkaç puan tırmanmıştır. Düşünün HDP’nin olmadığı bir mecliste bu sıralama çok daha gerilere giderdi.
Türkiye’de tümüyle erkek egemen bir sisteme karşı Kürt Siyaseti; cinsiyet eşitliğine dayanan toplumsal bir düzenin inşası için kadınların tüm haklarının kullanımına ilişkin “pozitif ayırımcılık” diyebileceğimiz cinsiyet kriterlerini dikkate alan hükümlerin uygulanmasını savunuyor.
Doğal olarak bu savunu ve talepkârlık akla hemen “Avrupa Birliği Yerel Yönetimler Özerklik Şartı”nı getiriyor. Kürt Siyaseti epey zamandır AB üyesi ülkelerde uygulamaya girmiş olan Özerklik Şartındaki kadına dair pozitif hükümleri kendi kurumlarında uygulamaya başladı.
Bütün kurumlarında EşBaşkanlık sistemi, kadın ve erkek eşit temsiliyeti. Kadın Meclisleri bütünüyle Türkiye’nin üye olmaya çalıştığı ama kimi hükümlerine çekince koyduğu ve hâla uygulamamak için gayret gösterdiği AB Yerel Yönetimler Özerklik Şartına bir ön hazırlıktır.
Bu noktadan hareketle geçtiğimiz günlerde başta Demokratik Toplum Kongresi olmak üzere Kürt Siyasal kurumlarınca deklere edilen Özyönetim Deklarasyonunun bir maddesine referans vermek gerekirse talep edilen şudur:
“Demokrasinin derinleşmesi, kapsamlılaşması, özgür ve demokratik yaşamın sağlanması açısından kadınların meclislerde, tüm karar mekanizmaları ve özyönetim kademelerinde eşit temsilinin tanınması. Kadınların ihtiyaçları doğrultusunda meclis, komün ve toplumsal kurumlar kurabilmesi; kadın kurumları ve kadınlarla ilgili kararların tamamen kadın meclislerinin onayından geçmesi. Kadının her alanda özgür ve özerk örgütlenmesinin tanınması.”
Dolayısıyla Kürt Siyaseti ekseninde bu denli mücadelesi nedeniyle örgütlülüğün güçlü aktörleri olan Kürt Kadınını hedef alarak etkisizleştirmeye çalışılmasının nedenleri ortaya çıkmış oluyor. (ŞD/NV)